sonraki
önceki
öğeler

Article

Günümüzde Avrupa'da hava kalitesi

Dili değiştir
Article Yayınlandı 08.05.2013 Son değiştirilme 21.03.2023
Photo: © Justine Lepaulard
Avrupa son onyıllarda hava kalitesini artırmıştır. Birçok kirleticinin emisyonları başarıyla azaltıldı, ancak partikül madde ve özellikle ozon kirliliği Avrupalıların sağlığı için ciddi risk teşkil etmeye devam ediyor.

Şimdiden birçok şehirde kirlilik öyle büyük bir boyutta ki, geceleri yıldızları görmek neredeyse imkansız.

Justine Lepaulard, Fransa (ImaginAIR)

Londra, 4 Aralık 1952: Şehri yoğun bir sis kaplamaya başladı; rüzgar durdu. Takip eden günlerde, şehrin üzerindeki hava hiç kıpırdamadı; yanan kömür yüksek seviyelerde sülfür oksit salarken, sise sarımsı bir renk katıyordu. Hastaneler kısa zaman içinde solunum hastalıklarından yakınan insanlarla dolup taştı. En kötü döneminde, görüş mesafesi birçok yerde o kadar azdı ki, insanlar kendi ayaklarını göremiyordu. Büyük Londra Sisi sırasında, çoğunluğu çocuklar ve yaşlılar olmak üzere ortalama ölüm oranına göre fazladan 4.000 ila 8.000 kişinin öldüğü düşünülüyor.

Avrupa’nın büyük sanayi şehirlerindeki ciddi hava kirliliği, 20. yüzyılda oldukça yaygındı. Başta kömür olmak üzere katı yakıtlar, fabrikalarda yakıt olarak ve evlerda ısınma amacıyla sıkça kullanılıyordu. Kış koşulları ve meteorolojik faktörlerle birleştiğinde, çok yüksek seviyelerde hava kirliliğinin kentsel alanlar üzerinde günlerce, haftalarca ve aylarca asılı kaldığı pek çok gün yaşandı. Aslında Londra, 17. yüzyıldan bu yana hava kirliliği hadiseleriyle tanınıyordu. 20. yüzyıl itibariyle Londra’daki sis, şehrin karakteristik özelliklerinden biri olarak kabul edilmeye başlandı ve hatta edebiyatta bile bir yer edinmişti.

London smog

(c) Ted Russell|Getty Images

Eyleme geçmek hava kalitesini gerçekten artırdı

O zamandan bu yana çok şey değişti. Büyük Sis’i takip eden yıllarda, artan kamusal ve politik bilinç; evler, ticaret ve endüstri gibi sabit kaynaklardan gelen hava kirliliğini azaltmayı hedefleyen mevzuatlara yol açtı. 1960’lı yılların sonlarında yalnızca İngiltere değil, birçok ülke hava kirliliğiyle mücadeleye yönelik yasalar çıkartmaya başladı.

Büyük Sis’i takip eden 60 yıl içinde ise Avrupa’daki hava kalitesi, büyük ölçüde etkili ulusal, Avrupa’ya ait ve uluslararası mevzuat nedeniyle önemli oranda artmıştır.

Bazı durumlarda, hava kirliliği sorununun yalnızca uluslararası işbirliği yoluyla çözülebileceği açıkça görülür. 1960’lı yıllarda, yapılan araştırmalar İskandinavya nehirleri ve göllerinin asitleşmesine neden olan asit yağmurunun Avrupa kıtasında havaya salınan kirleticilerden kaynaklandığını göstermiştir. Sonuç, hava kirliliği problemleriyle geniş bir bölgesel tabanda mücadele etmek üzere, yasal olarak bağlayıcı uluslararası ilk belge, yani 1979 tarihli Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu Uzun Menzilli Sınırötesi Hava Kirliliği (LRTAP) Sözleşmesi olmuştur.

Bir kısmını mevzuatın tetiklediği teknolojik gelişmeler de Avrupa’da havanın iyileşmesine katkıda bulunmuştur. Örneğin araba motorları yakıt kullanımında daha etkili olmuştur; yeni dizel arabalara partikül filtreleri takılmıştır; ve sanayi tesisleri giderek daha etkili kirlilik azaltma ekipmanları kullanmaya başlamıştır. Trafik yoğunluğu ücretleri veya daha temiz arabalar için vergi teşvikleri gibi tedbirler de oldukça başarılı olmuştur.

Sülfür dioksit, karbonmonoksit ve benzen gibi bazı hava kirleticilerinin emisyonları da büyük ölçüde azalmıştır. Bu da hava kalitesinde ve dolayısıyla kamu sağlığında belirgin iyileşmeler sağlamıştır. Örneğin kömürden doğal gaza geçiş, sülfür dioksit konsantrasyonlarının azalmasında aracı olmuştur: 2001-2010 döneminde sülfür dioksit konsantrasyonları AB’de yarıya inmiştir.

Kurşun, mevzuatın başarıyla ele aldığı bir diğer kirleticidir. 1920’lerde birçok taşıt, içten yanmalı motorlarda hasarı önlemek için kurşunlu benzin kullanmaya başladı. Havaya salınan kurşunun sağlığa etkileri ancak yıllar sonra anlaşıldı. Kurşun, organları ve sinir sistemini etkileyerek, özellikle çocuklarda zihinsel gelişimi engeller. 1970’li yıllardan başlayarak hem Avrupa hem de uluslararası seviyede gerçekleştirilen bir dizi eylem, araçlarda kullanılan benzinde kurşunlu katkı maddelerinin kullanımının kaldırılmasına yol açtı. Günümüzde, havadaki kurşunu izleyen hemen hemen tüm istasyonlar, konsantrasyon seviyelerinin AB mevzuatında belirtilen sınırların çok altında olduğunu bildirmektedir.

Şimdi neredeyiz?

Diğer kirleticiler için sonuçlar bu kadar net değil. Atmosferimizdeki kimyasal tepkimeler ve belirli ekonomik faaliyetlere olan bağımlılığımız, bu kirleticilerle mücadeleyi zorlaştırıyor.

Bir başka zorluk da mevzuatın AB ülkeleri genelinde uygulanma ve yürütülme şeklinden kaynaklanıyor. AB’deki hava mevzuatı genellikle, belirli maddelere dair hedefleri veya sınırları belirler, ancak bu hedeflerin nasıl elde edileceğini ülkelere bırakır.

Bazı ülkeler hava kirliliğiyle mücadelede etkili birçok önlem almıştır. Diğer ülkeler ise daha az önlem almış veya aldıkları önlemler daha az etkili olmuştur. Bunun nedeni kısmen, ülkelerdeki izleme seviyelerinin ve kanun yürütme kapasitelerinin farklı olmasıdır.

Hava kirliliğinin kontrolünde bir başka sorun da, laboratuvar testleri ile gerçek dünya koşulları arasındaki farklılıktan kaynaklanıyor. Mevzuatın taşımacılık veya sanayi gibi belirli sektörleri hedeflediği durumlarda, ideal laboratuvar ortamlarında test edilen teknolojiler, gerçek dünyadaki kullanımlara ve durumlara göre daha temiz ve daha etkili görülebilir.

Ayrıca havayla ilgili olmayan yeni tüketim eğimleri veya politika önlemlerinin de Avrupa’nın hava kalitesi üzerinde istenmeyen etkiler doğurabildiğini unutmamalıyız.

ImaginAIR: Agricultural traditions that harm

(c) Cristina Sînziana, ImaginAIR/EEA

"Eski zamanlardan kalma kırsal bölgelerde anız yakma geleneği, Romanya'da halen devam ediyor. Yeni, verimli mahsuller için araziyi temizleme yoludur. Doğaya olumsuz etkisinin yanı sıra, bu faaliyetin yerel halkın sağlığı açısından da zararlı olduğu kanaatindeyim. Yakma esnasında yangının kontrol edilmesinde belirli sayıda insan yer aldığı için, etki oldukça belirgindir."
Cristina Sînziana Buliga, Romanya

PM'ye maruziyet şehirlerde hala yüksek

PM ile mücadeleyi hedefleyen mevcut AB mevzuatına ve uluslararası mevzuat, partikülleri çapı 10 mikrona eşit veya daha küçük, ve çapı 2,5 mikrona eşit veya daha küçük (PM10 ve PM2,5) olmak üzere iki boy halinde sınıflandırıyor. Doğrudan emisyonların yanı sıra öncül gazların emisyonları da hedefliyor.

Avrupa’da PM emisyonlarıyla ilgili önemli başarılar söz konusudur. 2001 ile 2010 yılları arasında PM10 ve PM2,5 doğrudan emisyonları, Avrupa Birliği’nde %14 ve 32 AÇA ülkesinde %15 oranında azalmıştır.

AB’de PM öncüllerinin emisyonları da azalma göstermiştir: Sülfür oksit %54 (AÇA-32’de %44); nitrojen oksit %26 (AÇA-32’de %23); amonyak %10 (AÇA-32’de %8) azalmıştır.

Ancak emisyondaki bu azalmalar her zaman, PM’ye daha düşük maruziyetle sonuçlanmamıştır. AB mevzuatı tarafından belirlenen değerlerin üzerinde PM10 konsantrasyon seviyelerine maruz kalan Avrupa'daki kentsel nüfus payı yüksek kalmış (AB-15 için %18-41 ve AÇA-32 için %23-41) ve son on yılda yalnızca önemsiz bir düşüş göstermiştir. Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) daha sıkı kılavuz seviyeleri dikkate alındığında, AB’deki kentsel nüfusun %80’inden fazlası aşırı PM10 konsantrasyonlarına maruz kalmaktadır.

Emisyonlar önemli ölçüde azalmışsa, Avrupa’da hala PM’ye yüksek seviyelerde maruziyet neden söz konusu? Bir bölgedeki veya belirli kaynaklardan gelen emisyonların azaltılması, otomatik olarak daha düşük konsantrasyonlarla sonuçlanmaz. Bazı kirleticiler, bir ülkeden diğerine, bir kıtadan bir başka kıtaya veya bazı durumlarda dünyanın her tarafına taşınacak kadar uzun süre atmosferde kalabilir. Partiküller ve bunların öncüllerinin kıtalar arasında taşınması, Avrupa’nın havasının neden PM emisyonları ve PM öncül emisyonlarının düştüğü ölçüde iyileşmediğini bir derece açıklayabilir.

Devam eden yüksek PM konsantrasyonlarının bir başka nedeni de, tüketim tarzımızla açıklanabilir. Örneğin son yıllarda, evlerin ısınması için küçük sobalarda kömür ve odun yakılması bazı kentsel alanlarda, özellikle Polonya, Slovakya ve Bulgaristan’da, PM10 kirliliğinin önemli bir kaynağını teşkil ediyor. Bunun nedeni kısmen, özellikle düşük gelirli hanelerin yüksek enerji fiyatları nedeniyle daha ucuz alternatifleri tercih etmesidir.

Ozon: Sıcak yaz günlerinin kabusu mu?

Avrupa, 2001 ile 2010 yılları arasında ozon öncüllerinin emisyonlarını azaltmayı da başarmıştır. AB’de nitrojen oksit emisyonu %26 (AÇA-32’de %23), metan olmayan uçucu organik bileşiklerin emisyonu %27 (AÇA-32’de %28) ve karbonmonoksit emisyonu %33 (AÇA-32’de %35) oranında azalmıştır.

Tıpkı PM ile olduğu gibi, atmosfere yayılan ozon öncüllerinin miktarı düşmüş, ancak yüksek ozon konsantrasyon seviyelerinde buna karşılık gelen bir düşüş olmamıştır. Bunun nedeni kısmen, ozon ve öncüllerinin kıtalar arasında taşınmasıdır. Rüzgar ve sıcaklıklarda olduğu gibi meteorolojik koşullarda da her yıl gerçekleşen değişiklikler ve topoğrafya bunda rol oynar.

Yaz aylarında zirve değerindeki ozon konsantrasyonlarının sayısı ve sıklığındaki düşüşe rağmen, kentsel nüfusun ozona maruz kalma oranı halen yüksektir. 2001-2010 yılları arasında, çoğunlukla güney Avrupa’da, AB’deki kentsel nüfusun %15 ila %61’i daha sıcak geçen yaz nedeniyle AB hedef değerlerinin üzerinde ozon seviyelerine maruz kalmıştır. Dünya Sağlık Örgütü’nün daha sıkı yönergelerine göre, AB’de şehirlerde yaşayanların neredeyse tümü aşırı seviyelere maruz kalmıştır. Genel olarak, ozon hadiseleri kuzey Avrupa’ya göre Akdeniz bölgesinde daha yaygındır.

Ancak, yüksek ozon konsantrasyonları yalnızca yaz aylarında görülen bir şehir olgusu değildir. Şaşırtıcı biçimde, daha az insan maruz kalsa da, ozon seviyeleri kırsal alanlarda genellikle daha yüksektir. Kentsel alanlar, kırsal alanlara göre genellikle daha yüksek seviyelerde trafiğe sahiptir. Yol taşımacılığı ile salınan kirleticilerden biri, kimyasal bir tepkime yoluyla ozon moleküllerini tahrip eder ve bu nedenle kentsel alanlarda daha düşük ozon seviyeleriyle sonuçlanabilir. Ancak şehirlerdeki daha yüksek trafik seviyeleri, daha yüksek PM seviyeleriyle sonuçlanır.

ImaginAIR: Sustainable and beautiful

(c) Jerome Prohaska, ImaginAIR/EEA

Emisyonları azaltmayı hedefleyen mevzuat

Bunlar kısmen başka ülkelerden kaynaklanabildiği için, bazı PM ve ozon öncüllerinin emisyonları Uzun Menzilli Sınırötesi Hava Kirliliği Sözleşmesi’nin (LRTAP Convention) Göteborg Protokolü kapsamındadır.

2010 yılında, 12 AB ülkesi ve AB’nin kendisi, sözleşmenin kapsadığı bir veya birden fazla kirletici için (nitrojen oksitler, amonyak, sülfür dioksit ve metan olmayan uçucu organik bileşikler) bir veya birden fazla emisyon tavan değerini (izin verilen emisyon miktarını) aşmıştır. Nitrojen oksit tavan değerleri, 12 ülkenin 11’inde aşılmıştır.

AB mevzuatında da benzer bir tablo ortaya çıkıyor. Ulusal Emisyon Tavan Değerleri (NEC) Direktifi’nde, Göteborg Protokolü’yle aynı dört kirleticinin emisyonları düzenlenmekle birlikte, bazı ülkeler için biraz daha sıkı tavan değerleri söz konusudur. NEC Direktifi için son resmi veriler, 2010 yılında 12 AB ülkesinin nitrojen oksitler için yasal olarak bağlayıcı emisyon tavan değerlerini tutturamadığını gösteriyor. Bu ülkelerin birkaçı aynı zamanda diğer üç kirleticiden biri veya daha fazlası için tavan değerlerini de tutturamamıştır.

Hava kirleticiler nereden geliyor?

İnsan faaliyetlerinin hava kirleticilere katkısının ölçümü ve izlenmesi doğal kaynaklara göre genellikle daha kolaydır. Bununla birlikte, bu insan faaliyetlerinin katkısının ölçümü kirleticiye göre büyük ölçüde değişir. Yakıt kullanımı şüphesiz önemli bir kaynaktır ve yol taşımacılığı ve hanelerden enerji kullanımı ve enerji üretimine kadar değişen ekonomik sektörlerde yaygındır.

Tarım, belirli kirleticiler için bir başka önemli kaynaktır. Amonyak emisyonlarının yaklaşık %90’ı ve metan emisyonlarının %80’i tarımsal faaliyetlerden kaynaklanır. Diğer metan kaynakları arasında atık (çöp sahaları), kömür madenciliği ve uzun mesafeli gaz nakli yer alır.

Nitrojen oksit emisyonlarının %40’ından fazlası yol taşımacılığından kaynaklanırken, sülfür oksitlerin yaklaşık %60’ı AÇA'ya üye ülkeler ve işbirliği ülkelerindeki enerji üretimi ve dağıtımından kaynaklanıyor. Ticari, resmi ve kamusal binalar ile haneler, PM2,5 ve karbonmonoksit emisyonlarının yaklaşık yarısına katkıda bulunur.

Birçok farklı ekonomik sektörün hava kirliliğine katkıda bulunduğu açıktır. Bu sektörlere yönelik karar verme süreçlerine hava kalitesi sorunlarının dahil edilmesi, gazetelere manşet olmayabilir, ancak Avrupa’nın hava kalitesini artırmaya kesinlikle yardımcı olacaktır.

Avrupa'da hava kirliliğinin kaynakları

Hava kalitesi kamu incelemesinde

Son yıllarda uluslararası manşetlere konu olan ve kamunun ilgisini çeken aslında, özellikle Olimpiyat Oyunları’na ev sahipliği yapan şehirlerde olmak üzere, büyük kentsel alanlardaki hava kalitesi olmuştur.

Örneğin Pekin’i ele alalım. Şehir, hızla yükselen gökdelenlerinin yanı sıra hava kirliliğiyle de ünlü. Pekin, sistemli hava kirliliği denetimine 1998 yılında, Olimpiyat Oyunları’nın ev sahibi olarak resmen seçilmeden üç yıl önce başladı. Yetkililer Oyunlar’dan önce hava kalitesini iyileştirmek için somut önlemler aldı. Eski taksi ve otobüsler yenilendi, kirli işletmelerin yeri değiştirildi veya bu işletmeler kapatıldı. Olimpiyatlar’dan önceki haftalarda, inşaat işleri askıya alındı ve araç kullanımı sınırlandırıldı.

Önde gelen Çinli iklim bilimcilerden Profesör C.S. Kiang, Pekin oyunları sırasında hava kalitesi hakkında konuştu: ‘Oyunların ilk iki günü sırasında, akciğerlerin derinlerine giren ince partiküller olan PM2,5 konsantrasyonu yaklaşık 150mg/m3 seviyesindeydi. İkinci günde yağmur yağmaya başladı, rüzgar çıktı ve PM2,5 seviyeleri keskin biçimde düştü ve ardından 50mg/m3 civarında kaldı; bu bile WHO’nun kılavuz değeri 25mg/m3’ün iki katıdır.’

London marathon

(c) Rob Ewen | iStock

2012 yılı Londra Olimpiyat Oyunları’ndan önce İngiltere’de de benzer bir tartışma yaşandı. Hava kalitesi, Olimpiyat atletleri, özellikle maraton koşucular ve bisikletçiler için yeterince iyi olacak mı? Manchester Üniversitesi’ne göre Londra Olimpiyat Oyunları tertemiz olmamakla birlikte, son yıllardaki en az kirlilik yaşanan Olimpiyatlar olarak sayılabilir. Olumlu hava koşulları ve iyi planlama bu sonuca yardım etmiş gibi görünüyor; 1952 Londra’sına kıyasla oldukça büyük bir başarı.

Ne yazık ki, hava kirliliği problemi Olimpiyat ışıkları söndükten sonra ortadan kalkmıyor. 2013 yılının ilk günlerinde, Pekin bir defa daha ciddi hava kirliliği içinde kaldı. 12 Ocak günü, resmi ölçümler 400 mg/m3 üzerinde PM2,5 konsantrasyonlarını gösterirken, çeşitli mahallelerdeki resmi olmayan okumalar 800 mg/m3’e ulaşmıştır.

Daha fazla bilgi için

Permalinks

Geographic coverage

Etiketler

kategorileri:
kategorileri: air quality, air pollution
Belge İşlemleri